İnsanlar tanrının bu dünya üzerinde yarattığı en zeki
canlılardır Biz, hastalıklara tedavi
bulabiliyoruz, teknolojik buluşlar icat ederek hayatımızı gün geçtikçe daha
kolay hale getirebiliyoruz, hatta uzaya çıkabiliyoruz. Düşünebilen zeki bir
varlık olmanın avantajları bizi hayat piramidinin en tepesine yerleştirdi.
Bütün canlılara hükmediyoruz. Onlara eziyet ediyor, acımasızca katledebiliyor
ve yine onları koruyabiliyor, kurtarabiliyoruz.
Zeka muhteşemdir. Kendimizi çok kötü durumlardan kurtarabilmemizi,
ömürlerimizi 20-30 yıl uzatabilmemizi ve belki bir gün yüzlerce yıl daha
uzatabilmemizi, icat ettiğimiz araçlarla dünyayı gezebilmemizi, sevdiklerimiz
bizden ne kadar uzakta olursa olsun bir tıkla onları görebilmemizi, onlarla konuşabilmemizi sağlamaktadır. Kötü olanı
yaptırdığı gibi, kötü olanı farketmemizi, onadan uzak durabilmemizi, gerekirse
başkalarını da uzak tutabilmemize yaramaktadır.
Aile kavramımız, zekaya bağlı olarak gelişen zihnsel ve
duygusal kapasitemiz sayesinde çok güçlüdür. Her canlı yavrusuna düşkündür, ama
bir insan annesinin yavrusuna düşkünlüğü ve bağı, doğanın sınırlarının üzerine
çıkmaktadır.
Peki her şey güzel midir…….Hayır elbette değildir. Zeka aynı
zamanda hırsı da beraberinde getirir, işte bu hırstır, bizi diğerlerini ezmeye
iten, bu hırstır, açlıkların, savaşların sebebi…Zekanın bir bedeli budur ve bu
çok ağır bir bedeldir.
Tanrı bizi zeki yaratırken aslında bize sadece bir lütuf
vermedi. Zeka aynı zamanda bir lanet ve bir yüktür de. Annemin çok güzel bir
lafı vardır, “ne kadar salaksan, o kadar mutlusun”..
Bana sorarsanız bu
doğrudur. Bir insan ne kadar çok şey bilirse, ne kadar çok şey düşünür-
irdelerse o kadar yorulur, o kadar kendini mutsuz edecek şey bulur, o kadar
üzülür bu hayatta. Her güzel şeyin bir
bedeli vardır evet ve zekanın bir diğer ağır bedeli de budur. Pirimitif
korkularımız dışında hissettiğimiz her korku, hayatta bizim gördüğümüz ve
öğrendiğimiz şeylerden doğmuştur. Değersizlik hissi, başarısızlık hissi,
terkedilme korkusu, hastalanma korkusu, adamın birinin bir gece yarısı evimize
girip bizi katledebileceği korkusu, çocuklarımıza iyi birer gelecek verememe
korkusu…bunlar ve muadili pek çok korku ve sıkıntı hayatın işleyişi içerisinde
yavaş yavaş öğrendiğimiz ve yaşamımızı zorlaştıran etkenlerdir.
Bilmeyen veya bilemeyen bir canlı için, kendini değersiz
hissetmek diye bir şey yoktur. Bunun anlamı içselleşmemiştir. Aynaya baktığında
gördüğü şeyden memnun olamama diye birşey yoktur çünkü en başta kendini
irdeleme yoktur. Düşünme kapasitesi geniş olmayan bir canlı kendini başarısız
hissetmez, basit zaferlerle başarısızlığını örtme arzusuna girişmeye ve
kendinin daha da mutsuz etme yollarına bulaşmaz..Çünkü en başta başarı ve
başarısızlık gibi kavramlardan arınmıştır..
Aşkı yaşamayı bilmeyen bir can, onun getirdiği acıları ve
sıkıntıları da bilmez. Bazen birini beklemenin veya birini kaybetmenin veya
yanındayken hislerini anlatamamanın ne kadar acı dolu olduğunu bilmez.. Bu bir
lütuftur aslında.
Durduk yere kendine korkular üretmez insandan başka
canlılar. Onların hayat programında bu yoktur. Durduk yere hasta olmaktan,
parasını kaybetmekten korkmaz çünkü hasta olacaksa olacaktır, bunu bilmez
sadece olur, olduğunda mücadele eder veya ölür..
Ölme duygusunu anlayan ve ondan gerçek manasıyla korkan tek
canlı insandır. Bir kedicik içgüdüsel olarak kendine zarar verecek şeylerden
kaçınır ama gün içerisinde durduk yere aklına hayatın akıp gittiği ve bir gün
kendisinin de öleceği düşüncesi gelmez. Hiçbir kedicik, hayatta bir sürü şey
başarmak isterken hiçbir şey başaramamış olduğunu dolayısıya hayatının bir hiç
uğruna akıp gittiği hissini yaşamaz…
Tanrı bize gerçekten iyilik mi yapmıştır yani? Yoksa bu bir yük bir imtihan mıdır ? Bu
sorunun cevabı herkes için farklı olacaktır. Ama bildiğim bir şey var ki, insan
bazen gerçekten de bilmedikleriyle mutludur…….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder