28 Mar 2012

BİR VARMIŞ,BİR YOKMUŞ..MASAL DİYARI YOK OLMUŞ...

  Bir varmış, Bir yokmuş;
  Bir zamanlar dillere destan güzellikte, öyle ki, güzelliği eserlere ilham olmuş bir masal diyarı varmış. Etrafı denizlerle çevrili, her iklimin yaşandığı, hayvan ve bitki örtüsü çeşitliliğinin gırla olduğu bir diyar. Başkalarının mumla aradığı ne kadar mükemmellik varsa bu diyarda varmış. Ama masal bu ya, malesef bu diyarın halkı enayi, cahil ve aç gözlüymüş. Bu halk, kendisi hiç birşey üretmeyi sevmezmiş, varsa yoksa başka birinin başarısını çalarak, yaptığını tekrar ederek başarıya ulaşabileceğini sanırmış. Çok aptal olmasına rağmen kendini çok akıllı sanırmış ki, bu da onu, en tehlikeli yapan huyuymuş. Elindekilerin değerini asla bilmez, paraya çeviremediği hiç bir şeye önem vermez, korumak zahmetine katlanmazmış.
   Bu halkın kendi içinden seçtiği bir de kralı olurmuş. Aslında bu kral seçiliyormuş ama yetkisi ve gücü söz konusu olduğunda, babadan oğula yetkinin geçtiği düzenlerdeki krallar kadar güçlüymüş. Bu kralın yönetime yardım etmesi için yöneticileri olurmuş elbette ve yine elbette, kralı da yöneticileri de halkın kendisi gibi hatta daha da beterlerlermiş. Tabi halk bu, arada bir, kitlelerin bu yanlış yaklaşımından rahatsız olan insanlar çıkarmış, ama onlar, çıkarlara çomak sokabilme ihtimalleri olduğu için, daha seslerini yükseltir yükseltmez, cebren ve hile ile susturulurlarmış..Bu yöneticiler ki, en başından beri istisnasız olarak, hangi isimle tahta geçerlerse geçsinler kendilerini çok akıllı sanan bu salak halkı kazıklarlarmış.
  Bu şekilde yıllar geçmiş ama geçen yıllar bu güzel masal diyarından çok şeyler götürmeye başlamış. Güzellikleri birer birer sönmüş. Yaşaması bir eziyet haline gelmeye başlamış.
  Her görülen boş araziye binalar dikilmeye başlanmış. Bu binaların dikilebilmesi için arazi boş değilse bile bu sefer gizlice yakılmaya, talan edilmeye başlanmış. Yerine yapılan yarı tamamlanmış rezil binalar kanser gibi yayılıyormuş. Öyle ki bu binalar en ufak bir düzenlemeye dahi uyman, rüzgar esse yıkılacak binalarmış. Burada insanlar gelip arazilere bedava evler yapmışlar ama krallar ve adamları, daha sonra yeniden seçilebilmeleri garanti olsun diye bu evlere izin vermişler. Bu evlere izin vermekle kalmamışlar, halkın kalanı deli gibi paralar ve vergiler vererek evlerinin arazisini  alırlarken, gelip havadan bedavaya evlerini dikmiş bu hırsızlara, bir de evlerini meşrulaştıran tapular vermişler. Böylece kalan halkın ne kadar enayi olduğu yüzlerine vurulmuş ama elbette herkes kendi derdinde olduğu için, yüzlerine tükürülse şükür diyecek halkın umrunda bile olmamış...
  Doğada ki güzelliklere ve tarihi miraslarına hiç saygısı olmayan bu halk, ev işinde para olduğunu görünce delirmiş gibi ev yapmaya ve yaptırmaya başlamış. Destansı diyarın en güzel yerlerindeki ormanlar bu sefer yasal izinlerle kesilmiş. Yüzlerce yıllık ağaçlar katledilmiş, el değmemiş bitki ve çiçek türlerinin olduğu, nice hayvanların yaşadığı sulaklıklar kurutulmuş,hepsi öldürülmüş, parçalanmış ve yerlerine, eskiden cennet olan bu boş kabuk arazilere bakan "villalar" yaptırılmış. Kimisi toprak yokmuş gibi tarım arazisine çevrilmiş... Deniz kenarı olan her tepeye binlerce sitenin izni verilmiş.Buralardaki ekolojik denge kimsenin umrunda olmadığı için yüzlerce tür canlı yok olmuş, denizlere bu sitelerde yaldır yaldır kanalizasyon akarken, kimse de kıçını kaldırıp bir zahmet arıtma tesisi kurmamış.
  Büyük şehirlerde de durum en az sahil ve bahçelik alanlardaki kadar, hatta daha da dramatikmiş. Bir zamanlar tarihin beşiği olan bu yerlerde tarihin ağzına sıçılmış. Otel yapılabilmek için, elin milletinin toplarla tüfeklerle koruyacağı tarihi eserler, krallara ve adamlarına verilen rüşvetle, bir gece de ortadan kaldırılır olmuş. Bu salak halk o kadar gözü dönmüş, o kadar aç gözlüymüş ki asla durmamış. Ormanlar kesilip, bacak araları tartılınca ağır gelen ablalar abiler golf oynasın diye devasa oteller yapılmış. Metre karesinde 12328764 insanın yaşamaya mecbur bırakıldığı kapalı garajlı, sözde havuzlu siteler dikilmiş.Bu sitelere halkla daha da iyi dalga geçebilmek adına egenin incisi, akdenizin bebeği, istanbulun beşiği gibi isimler konulmuş, iki kıytırık maki ve zeytin dikerek ve balkon yerine cumba yaparak, o iğrenç beton yığınlarını, kendi elleri ile katlettikleri güzelliklerin sıfatlarını kullanarak satar olmuşlar..
  Orman ve Çevre Bakanlığı isimli kurumun çalışanları ve TÜBİTAK isimli bilim irfan yuvasının izniyle "zengin avcılar" yüzbinlerce dolar vererek kendilerinden çok daha değerli  olan ayıları avlayıp, yüzüp, postlarını yurtdışındaki evlerinde sergiler olmuşlar... 
  Dünyadaki en önemli doğal hayatı koruma genelgesini imzaladıktan sonra, Masal diyarına geri dönen ve koruma altındaki çok özel bir tür leyleğin tek yuva alanı olan gölün tam dibine, kendi ailesinin ortak olduğu bir havaalanı projesinin temelini attıran ve nesli tükenen kuşlar hatırlatıldığında, "gitsin başka yere gonsunlar" diyen sülaymanoğullarından bir kralları bile olmuş bu salak halkın..
 Şehrin içine de fabrikalar dikilmiş, bu fabrikaların kimyasal atık izinleri ise sadece rüşvete bakar olmuş. Gecenin geç saatlerinde kimyasal fabrika sahipleri, höndür höndür millletin havasına, korkunç zehirlerini bırakmış.Ama bu halka müstahakmış, çünkü çok az insan dışında kimsenin umranda bile değilmiş. Millet o kadar boktan şeylerle uğraşıp, birbirlerine zıttırık şeylerle hava atmakla meşgul olmuş ve köprüyü geçene kadar herkese dayı der durumdaymış ki, malesef bir tek umurlarında olmamış gerçekler...
  Hukuku sadece varlıklı ve güçlüler lehine işlemeye başlamış bu diyarın ve artık masallıktan da çıkmış. Bu canım diyar, kültürünü, geçmişini uygarlığını, güvenilirliğini, güzelliğini; doğayla ve diğer canlılarla ortak muhteşem bir hayat sürmek varken, hırs ve salaklıkla paramparça etmiş bu halkı yüzünden,  kaybetmiş...Cennet olmuş mu cehennem..Bir varken bir yok olmuş mu masal....?? Olmuş
 

  Gökten üç elma düşmüş, birisi eskiden sazlık olan bir gecekondu semtinin ortasına, birisi deniz kıyısına kurulmuş 450 evlik bir siteye, birisi de gökten geçmekte olan ve artık kesinlikle buraya uğramayacak olan kuşların yolunu hala inatla gözleyen küçük bir çocuğun başına.....

21 Mar 2012

BU MAKİNEYLE, GALAKSİLER ARASI GEZEBİLİYORUM... (ve hayır sarhoş değilim)


  Hayal kurmak çok yaptığım birşey. Tek çocuk olduğumdan, bebeyken, oyun oynama ayağına, şizo boyutlara varabilecek kadar hayal kurmaya başladığım için, şu an oldukça ileri seviyelerdeyim diyebilirim. Gerçekleşmesi mümkün hayaller de kurarım, imkansız hayaller de ..Ama benim imkansız hayallerim gerçekten imkansız oluyor. Başka yüzyıllarda ve hatta gezegenlerde geçebiliyor. Bunun da sebebi var ;

  Annem uzay filmi çok sever. Küçüklüğümden beri ne zaman fırsat bulsa onun uzay filmi izlediğini bilirim. Benim de seyretmeme izin verirdi. Yeryüzünde, 9 yaşındaki çocuğunun "Alien" filmini izlemesine izin veren tek annedir diye düşünüyorum. Ama annem o kadar keyifle izlerdi ki, ben hiç korkmaz, aksine annem bu kadar seviyorsa korkulacak birşey değil diye düşünürdüm. Bu şekilde bende bir uzay takıntısı başladı. Hatta en büyük hayalim, "astronom" olmaktı.(lütfen, astrolog veya astronot değil)..Neden gerçekleştiremedim acaba..(hala uktedir içimde..matematikte de iyiydim üstelik...)

  Ancak PLAYSTATION 3 denen makine, bu hayal kurma işini profesyonel bir hale getirmemi sağladı. Üstelik kurduğum hayali ekrandan izleye de biliyorum. Son keşfimiz MASS EFFECT 2 isimli oyun sayesinde..(oyunun 3.sü de çıktı)

  Oyun bilinmeyen bir gelecekte geçiyor. Ana karakterin adı "Kumandan Shepard" galaksiler arası ışınlanma kapıları sayesinde o galaksi senin, bu galaksi benim, samanyolu kazan, biz kepçe gezebiliyor ve bu arada yüzlerce gezegende, onlarca gelişmiş uzaylı ırkıyla beraber, işbirliği içerisinde, Dünya'yı değil UZAYI kurtarıyoruz.

  Oyunun süper tarafı, oyunun en başında, Shepard karakterini, cinsiyetine, fiziksel özelliklerine ve hatta kişiliğine kadar kendin yaratabilmen ve diğer karakterler arası, bizim seçtiğimiz yönlerdirmelerle filmleri aratmayacak diyaloglar geçebildiği, oyundan bağımsız küçük filmsel senaryolar oluşturabilmen...

  Delirdim tabi ben bunu görünce ve hemen kendi klonum, kumandan Shepard'ımı yarattım. Evet bu shepard aynı bana benziyor.

Adını "El-kan Shepard" koydum :)) İnsan türüne dahiliz :))

Kendisi ile muhteşem yerleri gezebiliyor, sadece ben değil sonraki 5 ceddimin bile muhtemelen göremeyeceği uzayın derinliklerinde cirit atıyoruz. Yaptığımız savaşların haddi hesabı yok. Gİttiğimiz yerlerde tanınıyoruz. Herkes bizi tanıyor, uzaylılar bile ismimizi biliyor ve feci saygı duyuyorlar. Emrimizde ne adamlar var..

 Yukarıda ki gibi, rengini ve şeklini istediğim gibi tasarlayabildiğim ve istediğim zaman değiştirebildiğim ve gerçek dünyada asla giyemeyeceğim bu zırhlarla cirit atabiliyoruz.
 
  Kendimi izliyorum işte imkansızları yaparken. Dövüşürken, Salari ırkının gezegeni  Sur'Kesh'de Salariliyle anlaşmaya çalışırken veya bambaşka bir nebuladaki Asari ırkının gezegeniThessia'da, kaçak başka bir ırktan bir Krogan'ı ararken görüyorum beni :)

  O kadar büyüleyici ki..Bunu ekranda, yaratılmış bir karakterin bile yaşadığını görmek o kadar heyecan verici ki...Akşam rüyalarıma girdi...Bilgisayar oyunlarını bu yüzden seviyorum işte. Galaksiler arası gezebiliyorsun hem de kafan güzel olmadan :)))


  







13 Mar 2012

İSTANBUL BİZİMLE NE GÜZEL DALGA GEÇMEKTEDİR...

  İstanbul'da yaşamak zevkli olabilir. Kimine çok hoş olanaklar sağlayan, sonsuz bir derya gibi görünebilir. Her gece öyle veya böyle yapacak birşeyler,buluşulabilecek birileri, tanışılacak yenileri bulunabilir. Ama İstanbul'da yaşamak ızdırap vericidir de..Zorlukları beraberinde getirir. Çok hoşuma giden bir laf vadır "bal veren arının, iğnesi de vardır" diye. İşte İstocuk böyle bir şeydir. Bal vermektedir ama iğnesi de vardır ve her an seni sokabilir, canını çok acıtabilir, hatta allerjin varsa öldürebilir bile.
   İstocuk'da yaşamak trafik demektir. Her büyük şehrin, kendisinden de büyük bir trafik sorunu vardır ancak başka büyük şehirlerde, genelde, trafiğe alternatif,  adı METRO olan muhteşem icatla, hayat çok daha yaşanabilir kılınmıştır. İstocuk'da böyle bir alternatif çok sınırlı olarak kullanılmaktadır. Geçenlerde okuduğum bir kitapta, Japonların hızlı trenle, sabah, 2 saatte Japonya'nın güneyinden veya kuzeyinden, Tokyo'ya çalışmaya geldiklerini ve gene aynı trenle akşam evlerine döndüklerini okudum. Kitapta sene 1984...Biz her akşam 50 km lik yolu en az 2 saatte almak zorunda kalıyoruz..İşte size tostombul  acınası bir durum. Hayatını trafiğe göre ayarlamak zorundasın. Yapacağın herşey, trafiğe göre planlanmalı ve o ilahi güç mutlaka hesaba kaltılmalı. Saat 8 de Kadıköy'de olmak isteyen, Halkalıda yaşayan  bir İstolunun, en geç 6 da evden çıkması gerekmektedir ki bu süper iyimser bir tahmindir. İsto'da her daim trafik vardır. Bir yerinde yoksa başka bir yerinde pörtlemektedir. Tren ve Metro gibi icatlara yönelinmektense, hala otobüssel çözümlere yönelindiği için de asla bitmeyecektir. Örneğin: Bahçeşehir'in içine kadar giren ve Sirkeci'den kalkan bir tren bile vardır ancak bu ve muadilleri geliştirilmektense; E5 ten şerit alan ve yokuş çıkamayan Hollanda menşeili otobüslerde, insanlar, baltık denizlerinden çıkma balıkların konservelenmesi gibi istiflenerek, gidecekleri yere varana kadar yaşam savaşı vermek zorunda bırakılmaktadırlar. Birileri feci şekilde  İstolularla dalga geçmktedir özetle ( akıllara bu işten çıkarları olan ihalecilerimiz ve bağlantıları gelmekte, kendilerine sevgilerimizi iletmekteyiz)...İstocuğun trafiği kendi içerisinde bir ızdırap kümesidir.Yazdıkça yazmayı gerektirir, önemli olan şey hayatımızdan inanılmaz çalan korkunç bir hastalık olduğu ve doğru tedavi yöntemleri bulunmuş olmasına rağmen, inatla başka tedavi yöntemlerinin uygulanması sebebiyle de süratle bu şehiri öldürdüğüdür..
  İstocuk'ta yaşamak kazıklanmak demektir.Hemen herşeyde kazıkların 3er 5er size sallanması, sizin de neşeyle bu kazıkları kabul etmeniz demektir. Normalde Anadolu'da yarı fiyatına bulabileceğiniz gıda ve giysilerin fiyatlarının, burada doz aşıma uğradığı gerçeğiyle yaşıyor olmaktır. 330cl lik suya 1TL para vermek demektir mesela, ya da ismi var diye, bir restorantta, hıyar bir salataya 15TL miniumum, baymak demektir. İstocuk size sıradan şeyleri pahalıya satmaya kalkmaz, son derece boktan şeyleri size satabilmek için acımasız satış hilelerine de başvurur. Çin'de dokunmuş bir kazağı lüks bir mağazadan, ismi var diye üstüne %3472394754933570 kar konulmuş haliyle, satın almak sadece İstolulara değil genel bütün büyük şehirli, biz salaklara mahsustur. Yıllardır bildiğimiz şeylere yeni yeni kalıplar uydurulur. Normali organik olması gerekirken, organik her gıdaya 2-3 katı para vermek zorunda kalırız. Babamlar Datça'da, bizim hormonlulara verdiğimiz fiyatın yarısına, tamamen organik beslendikleri bir hayat, sürmektedirler neşeyle...Satış stratejileri o kadar enteresan boyutlara varmıştır ki burada, millet yeni birşey mıçmak için kendisini paralamaktadır. Ne hikmetse her bir mucizevi halt burada satılmaktadır.  Lut gölünün derinliklerinden geldiği iddia edilen sular mı istersiniz, saçlarınızdaki proteinleri onardığını iddia eden spreyler mi istersiniz ( saçın yaşayan tek kısmı kökleridir. Kalan gördüğünüz şeyler yaşamamaktadır. Onları onarmak mümkün değildir.Ölüdür kardeşim onlar...dikkatli davranırsan yapısını bozmazsın, kafa derine direk sürmediğin hiçbirşey saçı onarmaz, sadece kırıklarını, çıkıklarını yapıştırıp " en fazla 1 gün kadar" onarmış gibi gösterir, o "saçın boşluklarını doldurur olalala, saçınızı onanarır palavralarına" bitarafınızla gülün..Saçınızı; kuaförün makası ve boyayla ısı şekillendirmesine biraz mesafe koymak korur.)  Kabaetlerimize süreceğimiz kremlerle iki beden incelebileceğimizi iddia eden ürünlerin kapış kapış gittiği bu diyarda, ayrıca tuhaf sektörler de peydahlanmıştır. Auranızı okuyan kişisel iyileştirme merkezleri, bir hafta boyunca çimen içirttirerek, sözde bağırsaklarımızda kayış olmuş yılların birikintilerini mıçtırtan, detox merkezleri ( doğal beslenebilsek, bağırsağımızda kayış falan birikmeyecek, birikmiş bir kayış varsa da, bunun çimen suyu içerek çıkacağına inanmıyorum)...Arada "organik" olduğunu iddia eden kuru temizlemeci bile gördüm (Nedir kardeşim lekeleri sirkeyle mi çıkarıyorsun napıyorsun????.....)
Devam edersek ; Tuhaf sektörlerin pörtlediği  İstocuk'da enteresan yeni mesleklerin de türemesi elbette Allah'ın emri Peygamberin kavlidir.  Ben sekreteri bilirdim, burada herkes "Yönetici Asistanı" olduğunu iddia etmekte ...Ya da "Deneyim Tasarımcısı" kimdir??  Neyi tasarlar???  Veya Astrolog ve numerolog adı altında insanlar gezinmektedir. Bunlar gazetelerde, magazinlerde, baya sigortalı, maaşlı, çalışıyorlar mesela... Nosyon yaratıcısı diye biri var, gururla taşıyor bu sıfatını ve para kazanıyor..Anadoluya gitse "bien noasyooon yaratıcısıyım" dese taşlarlar bunu uzaylı diye..
 Bu ve bunun gibi şeyler işte..Kendimizi paralıyoruz bu enteresan yerde, yapay olanın çok olduğu, olması gereken, doğalın yok olduğu ve çok pahalı olduğu, mütemadiyen kandırıldığımız ve kandırdığımız şehir..Bal veren, iğneli arıcık..İstocuk...Hoş balı da yapay, glikoz içeriyor ve normal fiyatının iki katı, adı da artık "arı" değil "Bal Üretim Teknisyeni" ve bu bal o kadar faydalı ki 2 hafta içerisinde sarkık göğüslerinizi dikleştiriyor veya koca göbeğinizi baklava kasa çeviriyor...

7 Mar 2012

ETİ AZALTALIM..

Eskiden, et yediğim zaman "ceset" yiyorsunuz diyen aşırı tepkili veganlara çok kızardım. Yemek yemek gibi bir konuda kimsenin kimseye bu şekilde rahatsız edici bir şekilde tepki göstermesi doğru değil derdim..ANCAAK artık onları anlıyorum. İnek, tavuk,domuz vs.. üretme çiftlikleri herhangi bir canlının bu dünya üzerinde bulunabileceği en korkunç, en eziyetli, en en en iğrenç yerler..Burada hayvanl...ara o kadar eziyet ediliyor, o kadar ızdıraplı ve acılı bir hayatları oluyor ki..Onlar,atalarımızın yaptığı gibi canlarını yemek olarak bize verdikleri için saygı duyulan hayvanlar değil..Para hırsıyla ilaçlarla ve hormonlarla devleştirilen, kifayetsiz acılar çeken, etlerini yememiz, hem bünyelerinde ki hormonlar-antibiyotikler-ilaçlar yüzüünden, hem de çektikleri korkunç acılar düşünülürse bizim için zararlı olan CESETLER gerçektende....Lütfen bir anda eti kesin demiyorum..Yapamıyoruz bunu ama azaltalım... et tüketimini azaltalım..Bu korkunç kasapların, bizi ilaçlı ve dayanılmaz acılara maruz kalmış bu zavallılarla zehirlemesine ve deli gibi paralar kazanmalarına tek engel budur..KENDİ sağlığınız içinde...
Bakabliriseniz buyrun linkler..Yediklerimiz bunlar....Bu acılar....

Tavuk çiftlikleri:http://www.youtube.com/watch?v=XXuY8rK3kTw

İnek çiftlikleri:http://www.youtube.com/watch?v=CrxvxewC-gA

Domuz Çiftlikleri:http://www.youtube.com/watch?v=L_vqIGTKuQE
Devamını Gör
· ·